Herkesin bütün kitaplarını birkaç kere okuduğu ya da bütün filmlerini birkaç kez izlediği favori yazarı, favori yönetmeni olur herhalde. Hakan Günday benim en severek okuduğum yazar, eleştirmenlerin eserlerini "yeraltı edebiyatı" kategorisine soktuğu Hakan Günday'ın bugüne kadar yazdığı 7 kitabı var, ilk kitabı Kinyas ve Kayra'yı lise yıllarında yazmış ve ben dahil birçok Hakan Günday hayranı için en başarılı eseri. Fakat tarzına alışmak açısından "Piç" ilk okunası kitabı diye düşünüyorum. Ben şimdi birkaç gün önce bitirdiğim son kitabından ergenlik ile ilgili bir bölümden bir alıntı yapmak istiyorum, ilgisini çekenler olursa bir denesinler diye.
Öncelikle kendisinin kişisel internet sayfasından da ulaşabileceğiniz kısa açıklama:
11 yaşında bir tarikat şeyhinin oğluyla evlendirilen korucu kızı Derdâ ile hapisteki bir gaspçının aynı yaştaki oğlu “mezarlık çocuğu” Derda’nın bir mezarlıkta kesişen hayatlarının, bu iki çocuğu kırk yıl boyunca her tür şiddetle yontup birbirlerine hazırlayışının, (bütün anlamlarıyla) Yazı’nın bu iki çocuğu birleştirmesinin hikâyesi. Çocuk şiddeti, hayatın şiddeti, aşkın şiddeti, inancın şiddeti, hırsın şiddeti üzerine, A’dan Z’ye şiddet üzerine, dilin ve yazının şiddetiyle bir roman…
--------------------------------
O andan sonra da, evde, baskın elementi acı olan kimyasal bir tepkime gerçekleşmiş ve Stanley'nin büyümesi durmuştu. Büyüyemeyen bütün insanlar gibi kurduğu bütün hayallerin içinde yürüyen Stanley'nin ayağı birçukura girip de tabanı gerçeğe değince canı yanmaya başlamıştı. Yaşı ilerledikçe ve büyüyemedikçe o can yanmasını daha da çok hissediyordu. Bu yüzden o çukurları, Finsbury Park metro istasyonunun girişinde duran, Kara T. diye bilinen ve gerçek adı Timur olan on dört yaşındaki bir çocuktan aldığı eroinle kapatıyordu. Gerçeğe düşüp bir yerlerini kırmamak için. Özellikle de kalbini.
On dört yaş... Tek ayakları daima kırık olduğu için sallanmaktan kurtulamayan kürsülere sahip psikiyatri anabilim dalının, adını ergenlik koyduğu bir insanlık dönemi. Sonra da o kürsülerin ardından, düzensiz aralıklı öfke krizleri, çiğ tepkiler, aşırı davranışlar olarak belirtileri sıralanan bir insanlık hali. Kendini ve çevresini tanımaya başlama, topluma uyumda zorluk çekme benzeri başlıklarla dolu kitapların sözünü ettiği ergenlik. Ve o kitapları yazan bilimsel makale sahipleri... Ne Kara T.'yi tanıyorlardı ne de on dört yaşındayken ne halt ettiklerini hatırlıyorlardı. Oysa durum gayet basitti.
İnsan doğa. On-on beş yıl sonra dünyanın nasıl bir tezgah olduğunu ve doğumla ölüm arasına nasıl hapsedildiğini fark eder. Bu aslında bir histir, bilgi değil. Ve ilk tepkisini verir. Avazı çıktığı kadar bağırarak. Bu çığlık, bir kalabalığın içinde cüzdanını çaldırdığını fark eden kişinin çaresiz haykırışlarına benzer. Önce, aşağılayan ve umursamaz bakışlar atan kalabalık, sonra da aşırı gürülteye dayanamayıp, içlerinden birini, bağırıp çağıranla konuşmaya gönderir. O da gidip "Biz de çaldırdık cüzdanı, ne var? Senin gibi kıçımızı yırtıyor muyuz?" der. Böylesi bilimsel bir müdahale için, genelde diplomalı olanlar tercih edilir. Kalabalığın kayıtsızlığı karşısında yavaş yavaş sesi kesilen yaygaracı, gerçeği kabullenir ve çevresindeki boşluğu insanlarla doldurur. Buna, büyüme denir. Yetişkin olma. Tam olarak, yetişkin uysallığı. Yapay bir haldir. Tasarlanmıştır. İşlevselliği üzerinde hesaplar yapılıp öyle biçimlendirilmiştir. Yetişkin uysallığının temeli, toplumun varlığını sürdürebilmesi için toplumdaki her bireyin bir boka yaraması gerektiği inancında yatar. Ve en önemlisi, yetişkin uysallığı, tamamen ölçüsüz bir dünyada, milimetrik biçimde ölçülüdür. Yaş ağacın eğilip kendi köküne oral seks yapmasından ibarettir. Oysa on dört yaşındaki bir çocuğun, ergen öfkesi olarak nitelenerek küçük görülen aşırı davranışları, doğal olandır. Gözlerindeki doğum çapakları dökülmüş ve dünya üzerinde dönen bütün dolapların sırtına yüklenmiş olduğunu anlamıştır. Kendisini odasına kilitleyip dışarıyı dışarıya hapsetmeye çalışır. Ya da bütün kapıları ve duvarları avazı çıktığı kadar bağırarak yıkmaya. Tepkileri, insanın ateş saçan bir ejderhayla karşılaşınca vereceği türdendir. Dolayısıyla bu tepkinin, hayatta kalındığı sürece, yani ejderha yok olup gitmediği sürece devam etmesi gerekir. Ancak tabii ki, böylesi bir hayat boyu ergenler güruhu toplum yapısını sikip atacağından, yetişkin uysallığına geçiş, insanlığın bir gereği olarak algılanır. Toplumsal bir tarz. Ama bazılarının kafası kalındır ve onlar son nefeslerine kadar bağırmaya devam eder. Çünkü hayat aşırı bir süreçtir, çünkü dünya aşırı bir yerdir ve ikisinin de hak ettiği, suratlarının ortasına inen aşırı şiddetli yumruklardır. Bu yüzden, ergen isyanı, bir insanı öldürmek için onu altmış kez bıçaklamaktır. Çünkü gözlerini dünyaya ancak on dört yaşlarında açabilen biri, her insanın, ağzı tüten en az altmış ejderha tarafından kuşatılmış olduğunu anlayandır. Sonuç olarak, insanlığın ergenlik hali, bütün aptallığına rağmen, hayatı boyunca, özgür bir yaratığa en çok benzediği dönemdir.
Ne zaman ki hayat ve dünya uysallaşır, o zaman ergenlerden sakin olmaları beklenebilir. Ama daha önce değil. Dolayısıyla on dört yaşına saplanıp kalmış kalın kafalılardan biri olan Stanley de, geri döndüğü odasının duvarlarına The Cramps posterleri asarken belki bir aptal gibi görünüyordu am en azından hayat ve dünya ona ne verdiyse misliyle iade etmek için elinden geleni yapıyordu. Bir şey bildiğinden ya da dünya üzerindeki hayatı tanıdığından değil. Haberleri izlediğinden ya da vicdanının emrinde politik bir eylemci olduğundan değil. Stanley, hiçbir şey bilmeden yapıyordu bunu. Bütün on dört yaşındakiler gibi. Çünkü eğer bu dünyada bir yerlerde, başka çocuklar açlıktan geberip gidiyorsa, bunu da bilmeye gerek yoktu. O dünyanın zaten açıktan nefesi kokardı. Ve çocukların burunları bu kokuları alır, ergen öfkesi olarak da geri verird. Ta ki burunları yetişkin uysallığıyla tıkanana kadar. Stanley için o gün gelecek miydi, bilinmez ama şimdilik kendini kamçılatıyor ve eroin kullanıyordu. Adını koyamadığı ve nereden kaynaklandığını bilmediği bir çaresizlikten. En az on dört yaşındakiler kadar anlatamıyordu derdini. Bir şeyler hissediyor ama hiçbir halt bilmediği için, sürekli kokusunu aldığı boku bir türlü göremiyordu. Bu yüzden ergenlerin çoğu gibi kendini deli sanıyor ve deliliğini bulaştırmak için birini arıyordu.
Derdâ'dan daha iyibir suç ortağı bulamazdı. Bir zamanlar, sinir uçlarında gezdikçe, siyah eldivenli parmağı kirlenip dışkı kokan kıza ilk eroin iğnesini Stanley batırdı. Böylece ödeşmiş oldular. Böylece Derdâ, zevk ve acıyı, insanların birbirine sırayla verdiklerini öğrendi. Önce Derdâ Stanley'ye sonra Stanley Derdâ'ya, önce çocuklar ebeveynlerine sonra ebeveynleri onlara, önce geçmiş geleceğe sonra gelecek geçmişe, önce doğa insana sonra insan... Önce ölüler hayattakilere sonra hayattakiler... Sırayla... Birbirlerine... Acı ve zevk verip... Sonsuza kadar... Mutlu... Dolce vita, amına koyayım!
Öncelikle kendisinin kişisel internet sayfasından da ulaşabileceğiniz kısa açıklama:
11 yaşında bir tarikat şeyhinin oğluyla evlendirilen korucu kızı Derdâ ile hapisteki bir gaspçının aynı yaştaki oğlu “mezarlık çocuğu” Derda’nın bir mezarlıkta kesişen hayatlarının, bu iki çocuğu kırk yıl boyunca her tür şiddetle yontup birbirlerine hazırlayışının, (bütün anlamlarıyla) Yazı’nın bu iki çocuğu birleştirmesinin hikâyesi. Çocuk şiddeti, hayatın şiddeti, aşkın şiddeti, inancın şiddeti, hırsın şiddeti üzerine, A’dan Z’ye şiddet üzerine, dilin ve yazının şiddetiyle bir roman…
--------------------------------
O andan sonra da, evde, baskın elementi acı olan kimyasal bir tepkime gerçekleşmiş ve Stanley'nin büyümesi durmuştu. Büyüyemeyen bütün insanlar gibi kurduğu bütün hayallerin içinde yürüyen Stanley'nin ayağı birçukura girip de tabanı gerçeğe değince canı yanmaya başlamıştı. Yaşı ilerledikçe ve büyüyemedikçe o can yanmasını daha da çok hissediyordu. Bu yüzden o çukurları, Finsbury Park metro istasyonunun girişinde duran, Kara T. diye bilinen ve gerçek adı Timur olan on dört yaşındaki bir çocuktan aldığı eroinle kapatıyordu. Gerçeğe düşüp bir yerlerini kırmamak için. Özellikle de kalbini.
On dört yaş... Tek ayakları daima kırık olduğu için sallanmaktan kurtulamayan kürsülere sahip psikiyatri anabilim dalının, adını ergenlik koyduğu bir insanlık dönemi. Sonra da o kürsülerin ardından, düzensiz aralıklı öfke krizleri, çiğ tepkiler, aşırı davranışlar olarak belirtileri sıralanan bir insanlık hali. Kendini ve çevresini tanımaya başlama, topluma uyumda zorluk çekme benzeri başlıklarla dolu kitapların sözünü ettiği ergenlik. Ve o kitapları yazan bilimsel makale sahipleri... Ne Kara T.'yi tanıyorlardı ne de on dört yaşındayken ne halt ettiklerini hatırlıyorlardı. Oysa durum gayet basitti.
İnsan doğa. On-on beş yıl sonra dünyanın nasıl bir tezgah olduğunu ve doğumla ölüm arasına nasıl hapsedildiğini fark eder. Bu aslında bir histir, bilgi değil. Ve ilk tepkisini verir. Avazı çıktığı kadar bağırarak. Bu çığlık, bir kalabalığın içinde cüzdanını çaldırdığını fark eden kişinin çaresiz haykırışlarına benzer. Önce, aşağılayan ve umursamaz bakışlar atan kalabalık, sonra da aşırı gürülteye dayanamayıp, içlerinden birini, bağırıp çağıranla konuşmaya gönderir. O da gidip "Biz de çaldırdık cüzdanı, ne var? Senin gibi kıçımızı yırtıyor muyuz?" der. Böylesi bilimsel bir müdahale için, genelde diplomalı olanlar tercih edilir. Kalabalığın kayıtsızlığı karşısında yavaş yavaş sesi kesilen yaygaracı, gerçeği kabullenir ve çevresindeki boşluğu insanlarla doldurur. Buna, büyüme denir. Yetişkin olma. Tam olarak, yetişkin uysallığı. Yapay bir haldir. Tasarlanmıştır. İşlevselliği üzerinde hesaplar yapılıp öyle biçimlendirilmiştir. Yetişkin uysallığının temeli, toplumun varlığını sürdürebilmesi için toplumdaki her bireyin bir boka yaraması gerektiği inancında yatar. Ve en önemlisi, yetişkin uysallığı, tamamen ölçüsüz bir dünyada, milimetrik biçimde ölçülüdür. Yaş ağacın eğilip kendi köküne oral seks yapmasından ibarettir. Oysa on dört yaşındaki bir çocuğun, ergen öfkesi olarak nitelenerek küçük görülen aşırı davranışları, doğal olandır. Gözlerindeki doğum çapakları dökülmüş ve dünya üzerinde dönen bütün dolapların sırtına yüklenmiş olduğunu anlamıştır. Kendisini odasına kilitleyip dışarıyı dışarıya hapsetmeye çalışır. Ya da bütün kapıları ve duvarları avazı çıktığı kadar bağırarak yıkmaya. Tepkileri, insanın ateş saçan bir ejderhayla karşılaşınca vereceği türdendir. Dolayısıyla bu tepkinin, hayatta kalındığı sürece, yani ejderha yok olup gitmediği sürece devam etmesi gerekir. Ancak tabii ki, böylesi bir hayat boyu ergenler güruhu toplum yapısını sikip atacağından, yetişkin uysallığına geçiş, insanlığın bir gereği olarak algılanır. Toplumsal bir tarz. Ama bazılarının kafası kalındır ve onlar son nefeslerine kadar bağırmaya devam eder. Çünkü hayat aşırı bir süreçtir, çünkü dünya aşırı bir yerdir ve ikisinin de hak ettiği, suratlarının ortasına inen aşırı şiddetli yumruklardır. Bu yüzden, ergen isyanı, bir insanı öldürmek için onu altmış kez bıçaklamaktır. Çünkü gözlerini dünyaya ancak on dört yaşlarında açabilen biri, her insanın, ağzı tüten en az altmış ejderha tarafından kuşatılmış olduğunu anlayandır. Sonuç olarak, insanlığın ergenlik hali, bütün aptallığına rağmen, hayatı boyunca, özgür bir yaratığa en çok benzediği dönemdir.
Ne zaman ki hayat ve dünya uysallaşır, o zaman ergenlerden sakin olmaları beklenebilir. Ama daha önce değil. Dolayısıyla on dört yaşına saplanıp kalmış kalın kafalılardan biri olan Stanley de, geri döndüğü odasının duvarlarına The Cramps posterleri asarken belki bir aptal gibi görünüyordu am en azından hayat ve dünya ona ne verdiyse misliyle iade etmek için elinden geleni yapıyordu. Bir şey bildiğinden ya da dünya üzerindeki hayatı tanıdığından değil. Haberleri izlediğinden ya da vicdanının emrinde politik bir eylemci olduğundan değil. Stanley, hiçbir şey bilmeden yapıyordu bunu. Bütün on dört yaşındakiler gibi. Çünkü eğer bu dünyada bir yerlerde, başka çocuklar açlıktan geberip gidiyorsa, bunu da bilmeye gerek yoktu. O dünyanın zaten açıktan nefesi kokardı. Ve çocukların burunları bu kokuları alır, ergen öfkesi olarak da geri verird. Ta ki burunları yetişkin uysallığıyla tıkanana kadar. Stanley için o gün gelecek miydi, bilinmez ama şimdilik kendini kamçılatıyor ve eroin kullanıyordu. Adını koyamadığı ve nereden kaynaklandığını bilmediği bir çaresizlikten. En az on dört yaşındakiler kadar anlatamıyordu derdini. Bir şeyler hissediyor ama hiçbir halt bilmediği için, sürekli kokusunu aldığı boku bir türlü göremiyordu. Bu yüzden ergenlerin çoğu gibi kendini deli sanıyor ve deliliğini bulaştırmak için birini arıyordu.
Derdâ'dan daha iyibir suç ortağı bulamazdı. Bir zamanlar, sinir uçlarında gezdikçe, siyah eldivenli parmağı kirlenip dışkı kokan kıza ilk eroin iğnesini Stanley batırdı. Böylece ödeşmiş oldular. Böylece Derdâ, zevk ve acıyı, insanların birbirine sırayla verdiklerini öğrendi. Önce Derdâ Stanley'ye sonra Stanley Derdâ'ya, önce çocuklar ebeveynlerine sonra ebeveynleri onlara, önce geçmiş geleceğe sonra gelecek geçmişe, önce doğa insana sonra insan... Önce ölüler hayattakilere sonra hayattakiler... Sırayla... Birbirlerine... Acı ve zevk verip... Sonsuza kadar... Mutlu... Dolce vita, amına koyayım!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder