12 Haziran 2011 Pazar

Bir Hakan Günday denemesi: ohh dünya yokmuş be

Önceki yazımda Hakan Günday okumayı çok sevdiğimden bahsetmiştim, bazı eleştirmenler tarafından yeraltı edebiyatının Türkiye'de tek temsilcisi olarak gösterilen Hakan Günday'ın tarzı son derece özgün. Aşağıdaki yazımı 2007 senesinde başka bir web sitesinde yazdığım zaman tarzımı ona benzetme kastım kesinlikle yoktu fakat okuyuculardan biri bu yazıyı tek cümlede çok güzel özetledi: bir Hakan Günday denemesi. Kendi yazdığımı bu gözle tekrardan okuduğum da fark ettim ki son derece haklı, demek ki insan kasti olmasa da veya kendi istemese de böyle bir etkileşim olabiliyor, bugün de burada sizle paylaşmak isterim.

---------------------------------------------

uğruna saatleri saymıştı ama sonunda vakit geldi. servisten indikten sonra yaklaşık 5,bilemediniz 7 dakika yürüdü ve evine ulaştı. anahtarı deliğe soktu,çevirdi, içeride kimse olmadığını anlayınca mesai saatlerini tamamen geride bırakmıştı. nedense bir panik hali vardı sürekli.yalnız yaşıyordu ve mantıken evde zaten kimsenin olmaması gerekiyordu. ama korkuyordu işte.sebepsiz.şuursuz. artık sabırsızlanmaya başlamıştı. son günlerde 3 'e çıkardığı cigaralığın yanına 2 bira çıkardı dolaptan. buz gibi. çektiği otla akciğerlerini yakacak, karaciğerini de birayla serinletecekti. akciğerim yanıyorsa, vücudun dengesinin bozulmaması adına karaciğerim de soğumalıydı.böyle hiçbir mantıksal ve bilimsel dayanağı olmayan bir hipotez bile geliştirmişti.şu pafküf dediği esrar zihnin sınırlarını gerçekten zorluyordu. ve uçtuğu zamanlarda önündeki ajandaya aldığı notlara baktığında ayılınca, gerçekten şaşkına dönüyordu. gerçekten şaşkın. gerçekten kendisi mi yazmıştı tüm bunları? bunlar gerçek olamazdı. kırdığı eşyalar gerçekten bu halde olamazdı. çok para biriktirmişti son model dvd oynatıcısnı almak için. her şeyden değerli gördüğü anka kuşu dövmesini de parçalamaya çalışmış fakat başarılı olamamıştı.

ilk bira.efes tombul şişe. ilk gözağrısı. yılların değiştiremediği efsane. açacığı aradı.bulamadı. daha sert olduğu için sonraya sakladığı tuborg kırmızıya yönelmişti ki koltuğun altına fırlattığını anımsadı önceki gece. ona uzanmışken cep telefonunu da aynı yerde bıraktığını gördü. ama nedense bunu anımsamadı.sadece gördü. sadece fark etti. 1 yeni mesaj. kredi kartının son ödeme günü geçmiş. bankaya küfür etti ve telefonu kapattı. açık olsa ne fark ediyordu ki zaten?

pafküfü özenle,ince ve sıkı sardı çarşafa.o kadar profesyonelce yapıyordu ki artık bu işi, sanki kalınlaşmıyordu bile cigara ağız kısmından en uca doğru. hayatta değer verdiği ender şeylerden olan zipposunu cool bir şekilde yaktı ve.ilk nefes her zaman çok etkili olurdu. bu baş dönmesinin hastasıydı kendi tabiriyle. hasta oldu. oldukça dvd oynatıcısını gördü yeniden. aynı şekilde zipposuna da zarar verebileceği ihtimali tüylerini ürpertmeye yetti. kendisinden nasıl koruyabilirdi ki onu? imkansız. materyalist düzene ve düşünceye küfürler yağdırdı. farklı şeylere konsantre olmalıydı. trinidad&tobacco'da -böyle söylendiğinden emin değildi fakat kesinlikle önemsizdi onun için- sahilde midye toplayan kızı düşündü. acaba saat kaçtı orda? ya tokyo'da? japonlar dedi. bir boka yaramasa da dünyanın en saygın milleti hepsinin canı cehenneme. tam bir amerikalı gibi küfür etmişti. amerikalı gibi küfür etmek de neymiş? pehh. çin'de olmak istedi. ordan malezya'ya geçmek. geri dönmek tayvan'a.fillere binmek istedi. dünya dediğimiz şey uzakdoğudan ibaret olsaydı keşke. her şey keşfedilmeyi bekliyordu orda. avrupa'yı gezmek isteyen hele hele orda yaşamak isteyen salaklardan midesi bulanıyordu. ne olmuş paris'e? bir bok mu var. nesi var londra'nın,amsterdam'ın?

sustu.zaten susuyordu da beyninden geçenler sustu.3. nefes çok derinden geldi. arkasından koca bir yudum efes. geveze düşünce balonları bu gece pek günlerindeydi anlaşılan.o'nu düşündü. adı ilknur'du.çok değil,1.5 yıl birlikteydiler. yani buna birliktelik denirse. sadece aşıktılar aslında. sevişiyorlardı bir de. fazlası yok. birbirlerine bağlı olmama yemini etmişlerdi. çünkü sadık kalma zorunluluğu ilişkiyi yıpratıyordu.zamanla bitirecekti de. ama kıskançlık ve gurur. bu ikisi bir arada olunca hiçbir voku halledemediler. ateş ve barut misali, ikisi birlikteyken işleri yoluna koyabilmekdenilen şeyi başarabilecek bir insanoğlu yoktu zaten dünyada. ilknur esmer tenine inat mavi gözlü bir kızdı.koyu bir mavi bu.ya da koyu teninden öyle görünüyordu.hiç sormamıştı kendisine.salakça bulurdu bu muhabbetleri.fazla salakça.gözlerinde gökyüzünü görürdü denizi görenlerin aksine.aptal değildi. ve her aptal olmayan kişinin bildiği gibi o da suyun renksiz, gökyüzününse mavi olduğunu biliyordu. hava burcu.su burcu.beyni konuyu değiştirmişti elinde olmadan.burçlar.feminen bir muhabbet.fazla feminen..

nefesler arkası arkasına gelinco da kendini buluyordu. babasını düşünürken 3. sarmaya gelmişti sıra.kendisinden beklentileri.hem onun babasından,hem babasının ondan beklentileri. çok zıt.çok uyumsuz. birinin varlığı diğerinin yokluğunu zorunlu kılıyordu. o da yok oldu. hangi o yok oldu? soruyu kime sorduğunuza göre değişen bir cevap.o tanımlaması uygun.3.tekil şahıs.

kafayı buldukça beynini boşaltıyordu. boşalan zihni onu rahatsız etmiyordu artık. çünkü zihni hep rahatsızlık verici dünyevi şeylerle doluydu. şefin uyarıları, maaşın gecikmesi, evsahibinin tehditleri vs vs.

uzun zamandır görmediği halusilasyonlardan biri daha. bir çift mavi göz. ona bu dünyada mutluluk veren tek şey. salt koyu mavi gözler.gerisi yok.sözlerinde duyamadığı ama gözlerinde gördüğü her şey demekti bu gözler onun için. gerçek dünyadan bir şey yoktu artık zihninde.ohh dedi.ohh dünya yokmuş be.



....birbirlerine tehdit ve nefret dolu bakışlar atıyorlardı. aldığı tehditlere boyun eğmeyerek haberin ve doğrunun, dürüstlüğün peşinde koştuğunu iddia eden beyaz top sakallı gazetecilerin bu bakışlar karşısında durabilme süresi en fazla 8 saniyeydi. 700 salise içinde kararlarını vermiş olurlardı, kalan 100 salise de kararlarını dillendirmek için harcamaları gereken paydı. aynada birbirlerini tehdit eden iki kişi. birbirlerine değil hayata karşı bakışlarıydı bunlar. toplasan bir hayat etmeyecek olan nefes alışlara. öldürürüm ulan seni diyorlardı. gardropun hangi çekmece olduğu önemsiz olan bir kısmında sakladığı, babasından kalan 18liğin namlusuna bakardı her şey. ama o yaşıyordu dünyaya inat, hayatta kalıyordu hayata inat. sonunu intihar olarak gören ucuz kahinlere inat. insanlara inat. tüm insanlığa.

gözündeki çapakları temizledi sadece işaret parmaklarıyla. kusursuz güzelliğini bozan tek şeydi onlar. odasına döndü. çekmecesini açtı ve tabancasını çıkardı. bebeğim diye okşadıktan sonra yatakta uzanan hatuna döndürdü.

-siktir git lan bu evden.

muhtemelen dün gece barda tanışmıştı kızla. çektikleri kokainden ötürü hatırlamıyordu. kokain çektiğini de burnunun kızarık olmasından ve yerlere dökülmüş beyaz tozdan anlıyordu. yoksa uzun zamandır olduğu gibi o sabah da anımsamıyordu hiçbir şeyi. sabah demişken merak etti.

-saati söyle ve defol.
-on dört yirmi beş.

kız koşarak uzaklaştı. evinin sınırlarını terk ettiğini sesi yankılanan çıkış kapısından anladı. bu sefer çok da çirkinini sikmişim dedi ve bir sigara çıkardı. gitanes adında mavi kutusu olan filtresiz bir sigara. çok sert. ancak kesiyordu.

odanın açık kalan penceresinden esiyordu. gazı biten zipposu kibrite mahkum etmişti onu. fakat kibrit sönüyordu. eliyle rüzgarı engellemek yerine ateş sönene kadar geçen yarım saniyede sigarasını yaktı. hızla klozete koştu ve kustu. duygularının bünyesine etkisiydi bu. çünkü kendisinden iğrenmişti. bir sigara daha yaktı. bu sefer eliyle engelledi rüzgarı. kendisinden iğrenmişti çünkü havasını soluduğu dünyanın şartlarını değiştirmektense ona uyum sağlamıştı. kendinden ödün vermişti. rüzgarın ateşe olan etkisini ortadan kaldırmak yerine acele etmesi midesini bulandırmıştı. dünyayı yok saymak veya ona göre yaşamaktansa onu değiştiririm, dedi.

yaşadığı dünya algıladığı biçimden ibaretti. dünyada 7 milyar tüketici, 7 milyar homosapiens vardı ve bu 7milyar ayrı hayat demekti. o gün yaşayan en değerli homosapiens oldu çünkü duygularını eğitmenin yolunu keşfetmişti. bir hipotez geliştirdi. duygularımza yön veren hayatımızdı ve duygulara doğrudan etki edemiyorsak, hayatımızı yani bir başka deyişle dünyamızı değiştiririz. bu da algılarımıza hakim olmaktan geçerdi. hipotezini ispatlamaya gerek duymadı. o inanıyordu. sokakta yürürken göz göze geldiği herkesin birazdan kendisini öldürebileceğine inanacak kadar paranoyak olsa da ilk defa bir şeye yürekten inanmıştı. 28 yıllık varlığında şüphesiz geçirdiği tek andı.ve o anı hayatının en değerli anı ilan etti. tarihe ve saate baktı. duvara bu anı kazıdı az önce yatağında uyuyan afetin unuttuğu siyah rujla. bu anı milat saydı.

çikolata likörü.bol buzlu. ayılmak için en etkili yöntemdi. gözleri açık olan her anda alkol isterdi vücudu. konsantre olmak için. konuşabilmek için. insanların gözlerine bakabilmek için.ayılmak için de. sınırını bilemediği bir gün mağaza müdürünün burnunu bir sol yumrukla kırdığı, çenesine indirdiği sağ kroşesiyle de dişlerini döktüğü için işsizdi artık. bunu yapma nedenini bilmiyordu. beyninden kim bilir neler geçmişti de içindeki şiddeti açığa çıkarmıştı. götveren diye fısıldadı hatırladığında. o kadar paragözdü ki kırılan altın dişi değil de azıları olsaydı bu kadar yaygara koparmazdı, diye düşündü.

zihni yoğun çalışırdı içince. beynindeki uyartılar çalışır,çalışır ve sonunda yorulup uyku moduna geçerdi. ve o hiçlik hissine ulaşması için bu düşüncelerden geçmesi şarttı.

çocukluğunda kendisine tecavüz eden ablasını düşündü. ergen hormonlarını kontrol altına alamamış ve bekaretini küçük kardeşiyle bozmuştu. o günden sonra heteroseksüel bir kimliği yoktu aslında. uzun süre hiçbir kızla sevişemedi. tuvalette kendini tatmin ederken hayal ettiği ateşli dakikalar hemcinsleriyle doluydu.ta ki amcasının da tecavüzüne kadar. ablasına olduğu kadar merhametli olmadı bu kez. olamadı. mutfaktaki ekmek bıçağını amcasının boğazına sapladı. çocuk mahkemesi beraatine karar vermişti. yasal bir beraat, illegal bir hayatın başlangıcı demekti. illegal demişken, esrar alacak parası yoktu. bir iş bulmalıydı acilen. ama insanlara hizmet etmeyeceği, kimsenin ağız kokusunu çekmeyeceği bir iş. şimdilik satmakla idare edecekti. ne bulursa.eline ne geçirirse. gerekirse ruhunu şeytana satacaktı. şeytanla karşılıklı tavla oynamak istedi. ondan tüm şeytanlıkları öğrenmeye zar tutmaktan başlamak isabet olacaktı. başka bir nedeni yok. kumar iyi bir gelir kaynağıydı. hem iş de sayılmazdı. eğlenceydi.

bulduğu ilk giysi parçalarını üstüne geçirdi.ne giyerse giysin ortamdaki tüm kızların kendisine iştahla bakacağı kadar düzgün bir yüzü, kusursuz bir vücudu vardı. bebeksi yüzündeki bıçak izleri de son rötuşlarıydı sanki değerli bir tablonun. paltosunun yakalarını kaldırdı ve yollara düştü amaçsızca. inananların ramazan dedikleri bir aydaydı. elindeki likör şişesine garip garip bakılan bir zamandı. on bir ayın yüzkarası. o bir yaratıcıya inanıırdı fakat onun dünyayı kullanma klavuzu olabilecek bir kaynağa asla değer vermedi. kendi klavuzunu kendisi yaratamayacak, kendi çizgisini çizemeyecek kadar aşşağılık görmüyordu kimseyi.insan olmalarına rağmen.

otobüste kauçuk askılıklara tutunurken oturmakta olan kızın göğüs dekoltesine takıldı. göğüs fetişisti denebilecek kadar hastasıydı bu çift organın. sarkan memelere kaçamak bakışlar atmak en zevkle yaptığı şeydi belki de. partneri üzerinde zıplarken o sallanan göğüslerine odaklanırdı. bir yandan da marijuana çeker votka içerdi.

atari salonunda harcanacak birkaç jeton. yöneldi.gösterişli bir işhanının zemin katındaydı salon. han kapısı ortadan ikiye ayrılmış gibi duruyordu. iki ayrı kapı.4 ihtimal. her kapı ya içeri ya dışarı açılıyordu ve yanılmıyorsa kapılardan biri çalışıyordu.%25 dedi. sağdaki kapıyı iktirdi ve bingo.içeri girdi. hiçbir zaman öğrenemeyecekti ikisinin de iki yönlü çalıştığını. her seferinde yanlış anımsayıp her seferinde şanslı gününde olduğunu sanacaktı.

saate baktı. 15:32. etrafı inceledi.yakşalık 4 dakika kadar.tekrar saate baktı.15:32. ne kadar da uzun gelmişti geçen vakit. ama takıldığı nokta bu değildi. cep telefonunun saatinin duyarlılığı bir dakikaydı. ve baktığı dakikanın başlangıcı ve sonu arasındaki 60 saniye boyunca zaman duruyordu. dakikayı da değil sadece saati gösteren bir zaman göstergeci algılarına yön vermekti. hayatı 1 saatliğine durdurabilirdi. ama ona katacağı bir şey yoktu bunun.o yüzden düşüncelerinin sonunda aldığı tek karar telefonunu satmak ve içki stoğuyla,ot stoğunu sağlamaktı.

ilk jetonunu cadillac&dinosaurs isimli oyuna harcadı.ikincisini de .üçüncüsünü de.yedincisini de.içindeki şiddet duygusunu bastıracak kadar adam dövdükten sonra sokaklara yöneldi yeniden. olmak istediği yer olan bara gitmek için katlanmak zorunda olduğu bir arayüzden ibaret olan yollara.

bu ara moda olan koy götüne cümlesinin acizliğini düşündü. koy götüne. yani önemseme. sallama. düşünme. onu düşünmeyince unutuyorsun ya, hallolmuş oluyor her şey. ne kadar acizce. artık ohh dünya yokmuş be demeyecekti. dünyasını değiştirecek, olayları istediği biçimde algılayacaktı. kendisini mutlu kılan bir yön varsa sadece oraya odaklanacak ve gerisine kapatacaktı zihnini. algılarıyla birlikte zihnini de eğitecekti. yatakta kırbaçladığı kadınlar gibi beynini de kırbaçlayacaktı gerekirse.
bunları düşünürken kendisini barın giriş kapısının önünde buldu. içerideki müzik dışarıdan da duyulabiliyordu. bob marley çalıyordu. biraz daha kulak kabartınca hangi şarkı olduğunu da duydu. knocking on heaven's door.. yani cennetin kapısını çalarken. kapıyı araladı ve bara oturdu. üç tekila, bir elma-votka. arka arkaya shut yaptı ve votkasını yudumlamaya başladı. bu sefer fonda çalan parça bob marley'in adaşı bob dylan'dandı: everybody must be stoned.herkes taşlanmalı. şeytan taşlarken birbirini taşlayan insanları düşündü beyaz kıyafetleriyle. şeytan siyah giyerdi. ve kazanan siyahtı. kazanan geceydi. kazanan karanlıktı. kazanan birazdan içeceği viskiydi.

.... gitanes paketindeki son sigara. kibrit kutusundaki son çöp. iki ayrı kırıntı, ikisi bir araya gelince odayı dolduracak şiddette bir duman. bir diğeri olmadan değerleri sıfırın altında. nikotin, en kılcal damarların en ücra köşelerine işliyor. algılardan ibaret duyguların yön verdiği dünyaya gözleri açar açmaz gerçekleştirdiği eylem. bir nefes zehir. hala yaşıyorum düşüncesine derinden bir darbe. ikincisi eylem ise bir nefes daha çekmek.

yatağın hemen ucundaki komidide kendi tasarladığı bir köşe. bir çift mavi gözün fotoğrafı. ne kaş,ne burun ne de ağız var. salt koyu mavi gözler. çerçevenin geri kalan kısmı karartılmış. esmer bir tenin imgesel anlatımı. işportacıdan muhtemelen 1ytl karşılığında alınmış fotoğraf çerçevesi yapay zambaklarla süslenmiş. uğraşamazdı doğal çiçekleri beslemekle. onla uğraşacağına balkonda yetiştirdiği kenevirin saksısına idrar kesesini boşaltırdı. 2 birada bir. pasifik gezisinden dönen bir arkadaşının paha biçilemez hediyesi. birinci kalite hint keneviri. kendi imalatı olan bir esrar. eroin de üretebilir miydi acaba? artık çalışmak yok. illegal işler şeytanın borsadaki hisselerine ortak olmaktı. ve kazanan her zaman şeytan'dı. şeytan asildi. şeytan tanrı gibi esirgeyen ve bağışlayan değildi. belirli kuralları ve prensipleri vardı. bunlara uyduktan sonra müridlerinin karşısında insanlığın sevgili tanrısının biricik kullarının durması mümkün değildi.

her sabah yaptığı gibi bol buzlu çikolata likörüyle ayıldı. cd çalarının power düğmesine basar basmaz odayı bob marley'in sesi doldurdu. sun is shining. ne kadar da insancıl diye homurdanıp aradığı şarkıyı sonunda buldu. redemption song. yani kurtarma şarkısı. insan denen tek derdi mutluluk ve huzur olan ırkı kim, nasıl kurtaracaktı? hepsinin kıçına tekmeyi basmak lazım. eğer gerçek bir haz varsa şu hayatta, o da hakimiyet ve iktidardan başka bir şey değildi. düzenli ama sıkıcı nefeslerdense kahreden ama sonunda tüm egoların tavan yaptığı başarılar çok daha çekiciydi. sabah sabah gene çok puslu düşünceler. 2 uyku hapı.bol serotonin içereninden. uyu gitsin.

rüyasında annesini gördü. ağlıyordu kadıncağız.ve ona dair küçücük bir acıma duygusu göstermiyordu.

-beni doğuracağına taş doğursaydın demiyorum sana, ama varsa gücün doğur şimdi de o taşlarla beni taşla.şeytan taşlamak ne kadar asilse, benim lincim de insanlığın inandığı ahlak-doğruluk anlayışındaki kötü karaktere vurulacak en büyük darbeydi.
 




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...